1 Mayıs: Geçmişten Günümüze Emekçilerin Mücadelesi ve Beyaz Yakalıların Sömürüsü
1 Mayıs’ın Tarihsel Kökeni
1 Mayıs, 1886 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Chicago kentinde işçilerin 8 saatlik çalışma hakkı için başlattığı grevle birlikte dünya tarihine emek ve direniş günü olarak kazındı. Greve katılan işçilerden bazıları polis şiddetiyle yaşamını yitirirken, bu olaylar “Haymarket Katliamı” olarak tarihe geçti. Ardından bu tarih, dünyanın dört bir yanında emekçilerin birliğini, hak arayışını ve sömürüye karşı direncini simgeleyen bir gün olarak kutlanmaya başlandı. Türkiye’de ise 1 Mayıs, zaman zaman yasaklarla, zaman zaman coşkulu kutlamalarla anılsa da, işçi sınıfının en temel hak taleplerini ve sosyal adalet arayışını görünür kılan bir mücadele günüdür.
Marx’ın Sömürü Teorisi, Mavi ve Beyaz Yakalıların Güncel Konumu
Karl Marx, kapitalist sistemde işçilerin üretim araçlarına sahip olmaksızın yalnızca emek güçlerini satarak geçinebildiğini, bu durumun da sistematik sömürünün temelini oluşturduğunu savunmuştur. Marx’a göre işçi, ürettiği değerin sadece küçük bir kısmını ücret olarak alır; geri kalanı sermaye sahibinin artı-değeri olur. Bu yapı, emeğin sistematik biçimde sömürülmesini mümkün kılar.
Geleneksel olarak, mavi yakalı işçiler —fabrikada, atölyede ya da sahada fiziksel emekle çalışan kitleler— bu sistemin merkezinde yer alıyordu. Sanayi devrimiyle birlikte şekillenen bu sınıf, özellikle 20. yüzyıl boyunca sendikalaşma, sosyal haklar ve iş güvencesi mücadelesiyle önemli kazanımlar elde etti. Ancak son yıllarda küresel rekabetin artması, taşeronlaşma, otomasyon ve dijitalleşmenin etkisiyle mavi yakalı emek gücü ciddi bir dönüşüm yaşadı. Günümüzde Türkiye’de birçok sanayi işçisi düşük ücretli, güvencesiz, sendikasız ve parçalı iş ilişkileri içinde çalışmak zorunda kalıyor. Emek artık sadece bedensel bir üretim süreci değil, aynı zamanda sürekli denetim, performans baskısı ve esneklikle yeniden tanımlanıyor.
Buna paralel olarak, beyaz yakalı çalışanlar —mühendisler, öğretmenler, ofis personeli, çağrı merkezi görevlileri ve uzman kadrolar— uzun süre işçi sınıfından ayrı, görece daha ayrıcalıklı bir konumda görülmüş olsa da, günümüzde benzer bir sömürü düzenine tabi hale gelmiş durumdalar. Yüksek eğitimli olmalarına rağmen, iş güvencesinden yoksun, fazla mesaileri karşılıksız, gelirleri enflasyon karşısında eriyen ve yoğun psikolojik baskıya maruz kalan bir grup olarak beyaz yakalılar da hızla proleterleşmektedir. Kurumsal sadakat ve bireysel başarı gibi kavramlarla sistemin içinde tutulmaya çalışılan bu kesim, esasında modern çağın yeni emekçileri haline gelmiştir. Bu durum, Marx’ın öngördüğü gibi, kapitalizmin yalnızca fiziksel emeği değil, zihinsel emeği de sömürü mekanizmasına dahil ettiğini gözler önüne seriyor.
1 Mayıs’ın Bugünkü Anlamı
1 Mayıs artık yalnızca mavi yakalıların değil, beyaz yakalıların, güvencesiz çalışanların, dijital platform emekçilerinin, işsizlerin ve emeklilerin de günü haline gelmiştir. Bugün Türkiye’de asgari ücret açlık sınırının altında; işçi sağlığı ve güvenliği ihlalleri, ölümle sonuçlanan iş kazaları; enflasyon karşısında eriyen maaşlar; artan işsizlik ve güvencesizlik, emeğin her rengini ve biçimini kuşatan bir adaletsizlik tablosu oluşturmaktadır. Emekçilerin bir araya gelerek dayanışma göstermesi, hak araması ve eşitlik talep etmesi bu nedenle her zamankinden daha elzemdir.
1 Mayıs, sadece geçmişin hatırası değil; geleceğin eşit, adil ve sömürüsüz bir toplumunu kurma arzusudur. Sınıf farklılıklarının üstü örtülmeye çalışılsa da, emeğin ortak kaderi, bu farklılıkları aşarak yeni bir dayanışma zeminini zorunlu kılmaktadır.
Bugün, emeğin görünmez kılındığı bir çağda; onu yeniden görünür, güçlü ve onurlu hale getirme mücadelesi, 1 Mayıs’ın en temel çağrısıdır.
– Y. Mimar E. Öznur Gündoğdu